Bir şey ilk kez öğrenildiğinde üstbilgisi ile beraber öğrenilemez, yalnızca kendisi öğrenilir. Yani öğrendiğiniz şeyin ne olduğu hakkında bir bilginiz olmaz ama kendisini bilirsiniz. Örneğin alfabeyi öğrenirken alfabe kavramını anlayamazsınız, doğrudan harfleri öğrenirsiniz. Bu öğrenme içselleştirildiğinde ise artık kendisi hakkında konuşabileceğiniz bir kıvama gelmiş olduğu için öğrendiğinizin ne olduğunu konuşabilir, onu irdeleyebilir, hatta gerekirse yeniden öğrenmeye girişebilirsiniz.

Öğrenilen şeyi kavramsal olarak ele almayı kolaylaştıran diğer bir yöntem de o kavrama ait ikinci bir örneği öğrenmeye girişmek olabilir. Örneğin doğdunuz ve birkaç yıl içinde Türkçeyi öğrendiniz, geldiniz 15 yaşına ve İngilizce öğreneceksiniz. Bu durumda anadilinizi öğrendiğiniz şekilde öğrenmek yerine dili kavramları ve biçimleri üzerinden öğrenebilirsiniz. Yani konuşmayı bilmeyen birine “isim, fiil” demenizin bir anlamı yoktur, önce konuşmayı öğrenmesi gerekir. Ama Türkçe öğrendikten sonra isim, fiil, sıfat gibi kavramları anlayabilir, bu kavramlar üzerinden de İngilizce öğrenimini hızlandırabilirsiniz.

Bu açıdan bakıldığında bir şeyi ilk kez öğrenmenin o şeyle ilgili kavramları öğrenmeyi zorunlu olarak ıskalayacağı söylenebilir. Bir şey ile ilgili üstbilgiyi bilmediğinizde de bildiğinizi bilmemiş olursunuz. Bildiğinizi bilmezseniz, bilmediğinizi de bilmezsiniz. Hal böyle olunca öğrendiğinizi sandığınız şeyi öğrenmemiş olma olasılığınız doğar.

Öğrenmek için öğrendiğiniz şeyi tekrar öğrenmeniz -ya da ikinci bir örneğini öğrenmeniz- bir zorunluluktur. Böylece öğrendiğiniz şey hakkındaki bilgi olan üstbilgiyi de -ya da kavramları da- öğrenmiş olursunuz. Ve ancak bu durumda “Ben ne öğrendim?” sorusuna cevap verebilirsiniz.

Tekrar öğrenmek, öğrenmenin vazgeçilmez bir parçasıdır.