Tanrı yakın bir zamana kadar hem millet hem de devlet demekti. Devleti yıkmak demek, tanrısını da öldürmek demekti. O da yeni devlet ile birlikte küllerinden doğar, yeni şekliyle yine hayatımıza girerdi, hala da giriyor.

Orta doğuda tanrıya giden yol peygamberden geçiyor, yani devlete giden yol liderinden geçiyor. Musa da Muhammed de kendi toplumunun lideri olmuştur. Peygamber ne dese doğrudur, tanrının elçisidir, diğer anlamda devletin kurucusudur, dolayısıyla ne dese kanundur, sistemi o kurmuştur.

Ama artık peygamber kelimesini yaşayan biri için kullanmak biraz negatif bir anlam taşıyor, eleştireceğimiz zaman “bu ne ya peygamber mi bu adam” diyebiliyoruz. Lider demek ise pozitif bir anlam taşıyor, “çok iyi bir lider” diyoruz örneğin. Birini yüceltmekte çok zorlanırsak da ona kurucu lider diyoruz. Lider dendiğinde tanrısal üstün bir canlı değil, kendini geliştirmiş başarılı birisini düşünüyoruz. Bu sebeple örneğin Atatürk’e lider denip zihinlerde peygamber gibi konumlandırılması artık doğru gelmiyor. Belki 50 yıl önce çok garip değildi, sonuçta toplum yakın bir zamana kadar halifeyi lider olarak görüyordu, ama artık bu değişti. Çünkü onun güncel anlamda lider olması eleştirilebilir olmasını da gerektiriyor. Yani artık peygamberleştirmek bize yabancı geliyor, liderleri peygamberleştirmek istemiyoruz.

Peygamberlerden sonra artık peygamberlik de öldü diyebiliriz. Belki son peygamber ölmüştü ama peygamberlik kavramı hala yaşıyordu. Liderlere peygamber demesek de, peygambermiş gibi davranıyorduk, davranıyoruz. Kavram yaşıyordu derken bunu kastediyorum.

Artık büyüyoruz, peygamberlik kavramını da ürettiği peygamberler (yani liderler) ile birlikte rafa kaldırmaktan çekinmeyelim. Aradığımız şeyin elle tutulur, gözle görülür, eleştirilebilir liderler olduğu konusunda hiç olmadığımız kadar rahat olalım.